ŞİİLİK DİNMİDİR YOKSA MESHEP Mİ/
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ŞİİLİĞİN BAŞLAMASI VE GELİŞME SÜRECİNE GİRMESİ

Aşağa gitmek

ŞİİLİĞİN BAŞLAMASI VE GELİŞME SÜRECİNE GİRMESİ Empty ŞİİLİĞİN BAŞLAMASI VE GELİŞME SÜRECİNE GİRMESİ

Mesaj  Talha Ptsi Kas. 09, 2009 2:39 pm

ilk Şii müelliflerinden olan Ebu Mıhnef (157/773), ed-Dineveri (282/895) ve Yakubi (292/904) kitabında; Hz.. Hüseyin’in kardeşinin Muaviye ile yaptığı anlaşmaya karşı çıkmadığını, hatta kendi imameti ile alakalı Muaviye aleyhinde her hangi bir faaliyetde bulunmak şöyle dursun, bilakis, bu husustaki birtakım kıpırdanışlara fırsat vermediğini rivayet ederler. Mesela, Hz.. Hasan'ın vefat haheri Kufeye ulaşınca, onların Kufe'deki taraftaları Süleyman b. Surad'ın evinde toplanarak, Hz.. Hüseyin'e, Hz.. Ali ve Hz. Hasan’ın başlarına gelen musibetin intikamını almak üzre emrini beklemekte olduklarını hildiren hir mektup gönderirler (YiikCıbI, 2/216-7; Ehfı Mıhnef, 5-6.) Daha sonra Huier b. Adiyy'in mescitlerde Hz.. Ali'nin kötülenmesi faaliyetine karşı çıktığı için öldürülmesi (51 /671) üzerine, Küfe'nin ileri gelenlerinden biri, hem hu haberi iletmek hem de Hz.. Hüseyin'i getirmek maksadıyla Medine'ye gelir. Bu durumu haber alan Muaviye, Medine valisine Hz..Hüseyin'i rahatsız etmemesini; çünkü kendisine bey’at ettiğini bildiren bir mektup yazar. Ayrıca Hz.. Hüseyin'e de, fitneyi seven kötü huyluların kendisini ayağa kaldırmaması tavsiyesinde hulunur. Bunun üzerine Hz..Hüseyin de ona hir mektup yazarak, "Ne seninle harbetmek istiyorum, nede sana karşı çıkıyorum" der. ed-Dineveri, bu olayı naklettikten sonra şunları da ilave eder (Dinenri, el.Ahbiir, 2,,4-25. )
"Ne Hasan ne de Hüseyin, Muaviye'nin hayatı boyunca. kendi şahısları adına ondan kötülük ve çirkinlik görmediler. Muaviye de , ne onlara şart olarak ileri sürdüğü şeylerden birini kesti ne de onların iyiliğine olan birşeyi değiştirdi".
Maamafih Hz.. Hüseyin, Muaviye'nin iktidarı sırasında olanlara ses çıkarınayıp kendi köşesinde taat ve ihadetle vakit geçirmiş ise de, durumun 56/676 yılından sonra değişmiş olması muhakkaktır; çünkü bu yılda, Muaviye'nin oğlu Yezit’e bey’at edilmesini istemesi(Mes’udi'ye göre (3/27) beyat isteme yılı 59/679'dır. ), hemen bütün Müslümanlarda olduğu kadar Hz.. Hüseyin’i de gönülden sarsmış Ve tedirgin etmiştir.
Muaviye, Küfe valisi el-Mugire b.Şu’be’yi azledip yerine Said b. El-As’ı vale yapmak ister. Ancak, bunu haber alan Muğire, derhal Şam'a gider ve Muaviye'nin oğlu Yezid'le görüşür. Ona, "Şüpke yokki Nebi (s.a.s.)'nin ashahı, Kureyş'in büyükleri ve yaşlıları gitmiş; onların oğulları kalmıştır. Sen de bunların arasında en üstünü, en isabetli görüş sahibi sünneti ve siyaseti en iyi bilensin. Bu yüzden Emiru’l Mü’minin’i(Muaviye), sana bey’at almaktan alıkoyan şeyi bir türlü anlamıyorum” der… Bu fikir Yezid’de olgunlaşınca, durumu babasına bildirir. O da Mugire’yi çağırarak işin aslını araştırır. Ve Yezid’e ne dediğini sorar. O da şu cevabı verir. “Ey Mü’minlerin Emiri! Osman’dan sondra kan dökülmesi ve ihtilafın neye mal olduğunu gördün. Yezidi senden sonra halif kıl ve ona bey’at al”…( lbnu'l.Esir, 3/503 v.d.; Tarihu'I-islam, 1/281; TaberI, 2/173 v.d. ) Böylece Mugire, şahsi menfaati icabı yalnızca altından kaymakta olan Kufe valiliği koltuğunu korumakla kalmaz, aynı zamanda islam dünyasına artık halifenin seçimle gelme geleneğini ortadan kaldırıp saltanat sistemine geçişin yollarını acmış olur. Elbette höyle bir durum. o zamana kadar Arapların ve Müslüman'ların anlayışlarına uygun olmadığı için yadırganacaktır. Ayrıca Yezid gerek inancı ve davranışları, gerek yaşayışı bakımından Müslumanların daima tenkit ettikleri ve hatta “fasık” saydyıkları biri idi.
Nitekim Mugire nin tesiriyle Kufe, Ziyad b. Ebihi nin korkusuyla Basra ve tabii başta Şam, Yezid’e beyat etmiş olmakla beraber, hala daha Müslümanların kalbi ve merkezi durumunda olan Medine nin böyle bir usulsuzlüğü ve hele Yezid gibi nefretle bakılan birinin halife namzedliğini kolayca kabul etmesi beklenemezdi. Muaviye de Mugire nin şahsi menfaati uğruna ortaya attığı bu korkunç derecedeki kurnazca oyunu siyasi dehasıyla ve bu fikrin muhaliflerini sabırla ve zaman zaman da hile ile yola getirmenin ince hesaplarnını yapar. Önce Medineye Vali yaptığı Mervan b.el-Hakem’e Yezid’den söz etmeksizin, bir mektup yazarak artık yaşlandığını ve ümmetin kendisinden sonra bir ihtilafa düşmesinden korktuğunu; bu sebepten kendisinden sonra yerine bir halef seçmeyi düşündüğnü ama işi Medinedekilerle iştişare etmeden bitirmek istemediği için durumu onlara arzetmesinini ve ona sunulacak teklifleri kendisine bildirmesini ister.
Burada net olarak görülüyor ki Muaviye her şeyden önce bir nabız yoklamakta ve Yezid in adını bildirmeden evvel Müslümanların yerine halife tayin etmesi fikrine yatkınlıklarını araştırmaktadır.
Mervan durumu halka arzeder onlar da uygun bulurlar. O da onların muvafakatının Muaviye’ye bildirir. Bunun üzerine Muaviye, Mervan’a bir mektup daha yazarak yerine halef kıldığı oğlu yezid’e beyat alması için kendisine güvendiğini söyler. Mervan mektubu mescitte okuyunca Müslümanlar dehşete kapılırlar heyecanlanıp öfkelenirler.

Nitekim Abdurrahman b. Ebi Bekr, Mervan'a, daha başlangıçta gerek kendisinin gerek Muaviye’nin yalan söylediğini, Ümmetin başına Babadan oğula geçen "Heraklins" sistemini getirmek istediklerini Söyleyerek hu teklife karşı çıkarken, Ahdulla. b h. Ömer, Yezid'in fasıklığından, Ahdullah b. ZuIıeyr ise Allah'a karşı gelene itaatın olmayacağından ve onun dini ifsad edişinden dolayı açıkça itirazda hulunurlar ve bey'atı reddederler. Bu gruha Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib de dâhildir. Mervan, hu durumu Muaviye’ye intikal ettirir ve mezkûr şahısların Muhalefeti sehebiyle halkın bey'attan imtina ettiklerini bildirir. Bunun üzerine Muaviye, yine aynı yılda (56/676), Hicaz'a gider; Medine'de. bey' ata muhalefet eden dört kişi ile görüşiir. İbnu'z-Zubeyr, Muaviye'ye ya yerine kimseyi bırakmaksızın vefat eden Resulullah (s.a.s.)'dan sonra ashahın yaptığı gihi razı olacakları bir şahsı seçmesini, yahut Hz.. Ehu Bekir'in yaptığı şekilde kendi soyu ile ilgisi olmayan Hz.. Ömer gibi dinin direği olan birini vasiyet etmesini, yahut da Hz.. Ömer'in yaptığı gibi, meseleyi altı kişilik hir şuraya hırakma; şeklindeki üç yoldan birini tercih etmesini söyler. Diğerleri de hu görüşe katılırlar. Ancak Muaviye, yaptığı işten dönmeyeceğini, şayet içlerinde hiri müsbet veya menfi herhangi bir Şey söyleyecek olursa kellesini uçuracağını söyleyerek, herbirinin arkasma silahlı birer adam diker ve onlarla birlikte minbere kadar gider. Sonra, "Bu topluluk kendilerine danışılmadan hiçbir şeyin yapılıp kotarılmayacağı Müslüınanların efendileri ve seçkinleri olan kimselerdir. İşte bunlar razı oldular ve Yezid'e hey'at ettiler. Siz de Allah'ın adı üzerine beyat ediniz 2;!" der. Bunların beyatını gözetmekte olan halk da beyat eder. Sonra o gidince, bunlara, "Hani beyat etmeyeceğinizi ileri sürüyordunuz; şimdi niçin razı oldunuz ve bey'at ettiniz?" deyince: onlar, "Allah'a and olsun ki bey'at etmedik" cevabını verirler. "Pekiyi sizi durduran neydi?" diye sorduklarında da, "Az daha öldürülmekten korktuk!" derler(lbnu'l-Esır, 3/505-51 ı. ) Böylece Yezid'e, mezkur dört kişi dışmda, halk tamamen bey'at etmiş olur.

Muaviye hayatta iken etrafındakilerinin telkini ile bir takım kötü huyları olan oğlu yezit’i yerine tayin etmeye kalktı ve Yezit’e Şam ve ırak halkının biat etmesini sağladı. Ancak, hicaz ahalisi yezid'e sonuna kadar biat etmedi. Yezitde bu bölge valilerini biat için zorlamadı. Muaviye, medine'ye gelerek Hüseyin ve yakınları ile konuştu. Onlar da muaviye'ye, "Hz.. Muhammed'in veya ilk iki halife'nin yaptığını yapmasını" tavsiye ettiler... Yani yeni halife'yi şura tespit etsin, dediler.

Muaviye, bu teklifini kabul etmedi. Mescitte minbere çıktı, "tarafsızlar biat etti, siz de edin," diyerek halkı kandırdı. Onlar da yezid'e biat ettiler. Böylece Hüseyin hicaz'da da yalnız kalmış oldu. Etrafta peygamber zamanından kalan insan da pek kalmamıştı, bu da muaviye'nin işini kolaylaştırıyordu. Böylece 680 yılına kadar hüküm sürdü.
Muaviye hayatta iken halkı oğlu yezit’e biat ettirdiği için, ölümünden sonra bir kargaşa çıkmadı. Halifeliği döneminde ehlibeyt mensuplarına insaflı olması konusunda oğluğa tavsiyelerde bulunduğu söylenir. Bu hususla ilgili farklı kaynaklardan örnekler verilecek olunursa; Pakistan’ın büyük Tarih âlimi mevlana Abdüşşekur İlahi Mirzapuri, Şehadet-i Hüseyin isminde Urdu dilinde yazdığı ve sonrada farscaya da tercüme edilen kitabında, şii kitaplarındaki alıntılarla tarihi olaylara ışık tutar. Mesela; Kitabının On-birinci sayfasında
“Şii âlimlerinden Muhammed Bakır Horasani, [m. 1679 senesinde vefat etti.] Cila-ül-uyun kitabının 321. sayfasında: “Muaviye vefat edeceği zaman, oğlu Yezide şöyle vasiyet etti: İmam-ı Hüseyin’in Resulullaha yakınlığını, Onun mübarek kanından olduğunu biliyorsun. Irak halkı Onu kendi yanlarına çağırırlar. Sana yardım edeceğiz, derler. Yardım etmezler. Onu yalnız bırakırlar. Ona galip olursan, kendisine hürmet et. Sana yaptıklarına karşılık, Onu hiç incitme! Benim Ona olan iyiliklerimi sen de yap!”
Şii tarihçilerinden Muhammed Taki han, [m. 1879 senesinde vefat etti.] Farisi, Nasih-üt-tevarih kitabında: “Nasihatinde şunları da söyledi: Oğlum, nefsine uyma! Allahü teâlânın huzuruna, Hüseyin bin Ali’nin kanına bulanmış olarak çıkma! Yoksa sonsuz azaba yakalanırsın! (Hüseyin’e hürmette kusuru olana, Allahü teâlâ bereket vermez!) hadis-i şerifini unutma!” Yine bu tarihin 38. sayfasın; “İmam-ı Ali’nin yanında olanlar, yani Şiiler, Şam’a gelirler, Muaviye’yi kötülerlerdi. Muaviye, böyle söyleyenlere bir şey yapmaz, kendilerine (Beyt-ül-mal’dan bol ihsanda bulunurdu.”
Cila-ül-uyun Şii kitabının 323. sayfasında diyor ki:
(İmam-ı Hasan bin Ali dedi ki, Muaviye, etrafımdaki yardımcılarımdan, vallahi daha iyidir. Çünkü bunlar, bir yandan Şii olduklarını söylüyorlar. Bir yandan da, beni öldürmek, mallarımı almak istiyorlar.)
Yani sözün kısası babasından bu tür vasiyetleri alan Yezid sonunda halife oldu...
Ancak içi rahat değildi. En büyük endişesi, kendisine biat etmeyen Hz..Ali'nin oğlu Hüseyin, amr'ın oğlu Abdullah ve Zübeyir’in oğlu Abdullah idi.
Amr, muaviye'nin kurnaz hakem'i idi. Ama oğlu ne muaviye'ye ne de yezid'e yakın olmuştu.
Yezid, medine valisi ebu süfyan'ın torunu velid'e bu kişilerden derhal biat almasını emretti. Eski medine emiri mervan da velid'e "eğer etmezlerse, onları öldürmesini" tavsiye etti.
Hüseyin, "biz gizli biat etmeyiz. Halkı topla onların huzurunda biat olayı gercekleşsin," dedi. Velid halkın hüseyin'in konuşmasından etkileneceğini düşünerek kabul etmedi. Ancak hüseyin'in kendisine cevap vermek için geldiği saraydan çıkmasına izin verdi.
Hüseyin ve iki arkadaşı o gece yanlarına kardeşlerini, ailelerini ve yakınlarını da alarak medine'den ayrıldılar. Mekke'ye gittiler. Geride sadece hüseyin'in kardeşi muhammed bin hanife, yani Hz.. Ali'nin başka bir kadından olan oğlu kaldı.
Hz. Hüseyin Kûfe’ye onların kendilerine yaptıkları davet üzerine gidiyordu. Ailesini yanında götürmesinin sebebi, Küfe’ye yerleşmek; kendisine biat edecek olan Küfelilerle davasını daha geniş kesimlere yaymak ve mücadelesine orada devam etmek için gidiyordu. Mekke'ye yaklaştıklarında ashab'tan abdullah bin muti, "uğurlar olsun! Mekke'ye ulaştıktan sonra sakın kûfe'ye gitmeyesin! Baban orada şehit oldu, kardeşin hilafet'i orada bıraktı, harem-i şerif'ten ayrılma," diye nasihat etti. Allah’ın hikmeti hüseyin bu nasihate kulak vermedi

Yezid'in üzerlerine gönderdiği kuvveti, zübeyr'in oğlu abdullah yanındakilerle yendi. Bu arada kufeliler haber gönderip hüseyin'i davet ettiler. Abdullah bin amr, hüseyin'e,
- "gitme! Çünkü Allah, resulullah'ı dünya ve ahıret'ten birini seçmekte serbest bırakınca, o ahıret'i seçmişti. Sen onun etinden bir parçasın. Dünya'ya nail olamazsın." Demişti
Abdullah b. Abbas ve İbn Ömer gibi zatlar Hz.. Hüseyin’e Kûfe'ye gitmemesini, zira Kûfe halkının itimatsız olduğunu söylemişlerse de onu kararından vazgeçirememişlerdir. Nitekim Abdullah ibni abbas
"ey amcamın oğlu! Ben kûfe halkından korkarım. Gaddardırlar. Sen hicaz halkının efendisisin. Mutlaka buradan çıkacaksan, bari yemen'e git. Ora halkı babanı sever,"
Dedi.
Ancak kufe halkı ısrarla Hüseyin’i çağırınca, o da yola koyuldu. Halbuki Hz.. Hüseyin'i ikaz edenler onun gerçek dostu, gerçek şia'sı idi!.. Şia'yı dinlemesi gerekirdi...yolda kendisine 30.000 kişi biat etti.
Hüseyin yola belki de halife olmak için çıkmamıştı. Onun iktidarı ele geçirme sevdasıyla hareket ettiğini söylemek büyük bir haksızlık olacağını kanaatindeyim. Nitekim İbn Esir’in el-Kamil fi't-Tarih'inde. “Hz.. Hüseyin'in, zâlime karşı çıkmak gerektiği yoksa Allah’ın karşı çıkmayanı da zâlimle birlikte aynı yere koyacağını bildiren bir hadis naklettikten sonra şöyle dediği kayıtlıdır: “Yezid ve İbn Ziyad, devamlı olarak şeytana uymaktadırlar. Allah’a ibâdet etmeyi bırakıp devamlı fesat çıkarmış, Allah’ın kanunlarını işlemez hale getirmişlerdir. Devletin hazinesini kendi aralarında paylaştırmaktadırlar. Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal kılmaktadırlar. Bunu kabul etmeyip karşı çıkmak ise herkesten önce benim vazifemdir.” Dediği, Şia kaynaklarında da Hz.. Hüseyin’in üvey kardeşi Muhammed bin Hanefiyye’ye emaneten bir mektup bıraktığı, bu mektubunda “Benim bu yolda doğruluğu emretmek ve kötülükten sakındırmak, ceddimin sünnetini ihya etmekten başka bir amacım yoktur” dediği yazılmaktadır.
Bu arada yezid halkın şikâyet ettiği Numan bin beşir'in yerine Abdullah bin ziyad'ı kufe'ye vali tayin etmişti. Abdullah gelir gelmez durumu kontrol altına almış, hüseyin'i bekleyen topluluğu dağıtmış, başlarında bulunan Hüseyin’in amcaoğlu Müslim’i de idam etmişti.
İdam haberi gelince, Hüseyin’in yanındakiler de dağılıp gitti. Hz.. Hüseyin'i de yalnız bırakan Kûfeliler, daha sonra Müslim'in şehit edilmesinde de onu korumakta zayıf davrandıkları ve yalnız bıraktıkları görülür. Desteklemeye söz verip sonra sözünü tutmayan bu insanlar sempatizan'dan öte değillerdi. Aralarında Hüseyin’in yoluna başını koyacak kişi pek yoktu.. Sonuçta sadece ailesi (ehl-i beyt) ve çok yakınları kaldı... Ki işte asıl bunlara şia demek gerekir. Can dostu anlamına kabul edilebilir... Ama hala ortada bir mezhep ayrılığı filan yoktu. Bırakıp gidenlerin de şialıkla bir alakası yoktu.! ama hep bunu yapıyorlardı önce iyi niyet ve büyük bir arzu ile çağırıyor söz veriyor, zoru görünce direnemiyor destek vermekten vazgeçip acı olaylara sebep oluyorlardı.
Ama Hüseyin (ra.)yola cıkmıştı bir kere onun için bu yol dönüşü olmayan bir yoldu. Duruma bakılırsa dönmesi gerekirdi. Akabe'ye yaklaştığında bir arap şahıs, hüseyin'i karşıladı ve
- "Allah aşkına geri dön! Çünkü kılıçların üstüne gidiyorsun,"
Dedi. Hüseyin de,
- "dediğin, bana gizli değildir. Ama Allah’ın emrine kimse karşı gelemez,"
Diye cevap verdi... Bundan da anlıyoruz ki, hüseyin başına gelecekleri biliyordu!.. O sadece ilahi takdir'e uydu.
Kûfe yakınlarında hurr adındaki yezid'in komutanı, emrindeki 2000 asker ile onlara yetişti. Hüseyin,
- "ben buraya sizin davetnamelerinizle geldim. Eğer siz döndünüzse, ben de döner giderim,"
Dedi... Hurr,
- "benim davetnâmelerden haberim yok. Sizi Abdullah’ın huzuruna götürmek için emir aldım,"
Diye cevap verdi... Hüseyin belki de yanındakileri tehlikeye atmamak için, dönmek istedi. Ama izin vermediler!.. Abdullah bin ziyad'ın emriyle de susuz bir yerde, kerbelâ diye bilinen mahalde konaklattılar. Sonra 4000 asker daha geldi.

Abdullah,
—biat etmezlerse su vermeyin,
Dediği için kendilerine su verilmedi. Böylece çoluk çocuk 8 gün orada susuz kaldılar. Sonra gene Abdullah’ın emri ile askerler üzerlerine saldırdı. Hüseyin izin vermesine rağmen, kimse onu terk etmedi.
Rivayete göre yanında 72 kişi vardı. 6000 askere karşı tertibat aldılar. Hurr yaptıklarından pişman olmuştu ama, artık komutan değildi, yeni komutan sad ibni vakkas'ın oğlu amr idi. Durumu değiştiremeyen hurr, atını sürüp Hüseyin’in yanındakilere katıldı!..

Bir sürü olaylar, teke tek vuruşmalar, acıklı konuşmalardan sonra muharrem ayının 10. Günü Hüseyin ve yanındaki erkekler ve kadınlardan bazıları çarpışmalarda şehit oldu. Diğer kadınlar ve üç oğlu kurtuldu... Bunlardan zeynel abidin o tarihte 20 yaşında idi.

Şehit olanlar arasında Hüseyin’in oğulları ali ekber ve Abdullah;
Hasan’ın oğlu ebubekir ve kasım; Hz.. Ali'nin 6 oğlu, yani kendisinin kardeşleri olan Abbas, Cafer, Abdullah, Osman, Muhammed ve ebubekir; amca oğlu (Hz.. Ali'nin kardeşi Cafer’in oğlu) Abdullah’ın oğlu avn ve Muhammed ve yine amcası (Hz.. Ali'nin kardeşi) âkil'in oğlu Cafer ve abdurrahman; yine amca oğlu Abdullah; amca oğlu (Hz.. Ali'nin kardeşi âkil'in oğlu) müslim'in oğlu Abdullah; ve ebu Sait’in (amca âkil'in oğlu) evlâdı Muhammed de vardı.
Nihayet amr'ın komutası altında savaşan şemir adlı mel'un kişi şehit düşmüş olan Hüseyin’in başını kesti. Alıp yezit’e götürdü.
Yine bu acem tarihinde diyor ki:
(Zecr bin Kays, Hz.. Hüseynin ölüm haberini Yezide getirince, başını eğip, bir zaman durdu. Sonra, (Onu öldüreceğinize, Ona itaat etseydiniz, iyi olurdu. Ben orada olsaydım Onu af ederdim) dedi. Mahdar bin Salebe İmam-ı Hüseyin’i kötülemeye başlayınca, Yezid yüzünü asıp, (Mahdarın anası böyle zalim ve alçak çocuk doğurmasaydı. Allah, Mercanenin oğlunu [İbni Ziyadı] kahr eylesin) dedi. Şemmer, imam-ı Hüseyin’in mübarek başını Yezide getirip, (İnsanların en iyisinin çocuğunu öldürdüm. Bunun için, atımın heybelerini altınla, gümüşle doldurmalısın) deyince, Yezid çok kızdı ve (Allah heybelerini ateşle doldursun! İnsanların en iyisini niçin öldürdün? Def ol. Git karşımdan. Sana hiçbir şey verilmez) dedi.)
Şiilerin Hulasat-ül-mesaib kitabının 393. sayfasında diyor ki:
(Yezid, herkesin yanında ağladığı gibi, yalnız kaldığı zamanlarda da çok ağladı. Kızları ve hemşireleri de beraber ağladılar. İmam-ı Hüseyin’in mübarek başını altın tasa koyup, (Ey Hüseyin! Allah sana rahmet etsin! Ne hoş gülüyorsun) dedi.
Cila-ül-uyunda diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytini kendi sarayına yerleştirdi. Çok ikram etti. Sabah, akşam yemeklerini imam-ı Zeynelabidin ile beraber yerdi.)
Hulasat-ül-mesaibde diyor ki:
(Yezid, imam-ı Hüseyin’in Ehl-i beytine, (Şam’da benim misafirim olarak kalmak mı, yoksa Medine’ye gitmek mi istersiniz?) dedi. Ümmi Gülsüm, tenha bir yerde matem yapmak istiyoruz) dedi. Yezid, sarayında geniş bir odayı bunlara verdi. Burada bir hafta matem yaptılar. Yezid, sekizinci gün, Ehl-i beyti çağırıp, arzularını sordu. Medine’ye gitmek istediler. Çok mal ve süslü hayvanlar ve ikiyüz altın verdi. Her ihtiyacınızı her zaman bildirin, hemen gönderirim, dedi. Numan bin Beşiri, beşyüz süvari ile bunların emrine verdi. İzzet ve hürmetle Medine’ye gönderdi.) şeklinde rivayetlerin olduğu gibi başka rivayetlerde mevcuttur. Yezid'in bu hususta samimi olduğunu söyleyebilmek fevkalade şüphelidir; çünkü. o, İbn Ziyad" Şemir ve diğerlerinin Hz.. Hüseyin'i şehid etmiş olmalarına gerçekten üzülmüş olsaydı, onu ve diğerlerini hiç değilse valilikten ve kumandanlıktan azıcderdi.

Doğrusunu Allah bilir. Burada haksızlık ve zulüm içinde olan yezidin avukatlığına soyunmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Halifelik peşinde olan Yezid, hüseyin'in oğlu 4. İmam zeynel abidin'i ve diğer esirleri medine'ye geri yollamıştır. Bir rivayetde gecen anekdota yer verilirse;
Hz.. Hüseyin Yezitle ilgili,
"benim babam onun babasından, benim anam onun anasından, benim ceddim, onun ceddinden hayırlıdır... Ben de ondan hayırlıyım. O halde halifelik benim hakkımdır,"
Demiş... Yezit de onun hayır konusundaki sözlerinin haklı olduğunu söylemiş, ancak,
"kalellahü mülikül mülk, tüetil mülk mentena"
Ayetini hatırlamasını söylemiş
Yani mülk Allah’ındır. İstediğine verir!. Tarih sayfalarında görünen o ki, HZ.. Hüseyin kufe'ye giderken şehit olacağını ama ilahi takdir'e karşı gelinemeyeceğini de biliyordu!. Allah ona ve ceddine rahmet etsin Şefaatlerine nail eylesin.
Her ne olursa olsun Hz..Hüseyin'i tamamen mazlum olarak şehid edenlerin haklı veya mazur görülebilecek hiçhir tarafları bulunmamaktadır. Yezid ve adamlarının Müslümanlığa ve insanlığa sığmayan adilikleri ile gerçekleştirilmiş Kerbela faciası, İslam tarihinde tüyler ürperten hu feci olayın vuku buluşundan kısa bir süre sonra ortaya çıkmaya başlayacak hemen bütün hareketlerin sebebi veya bahanesi olmuştur. Nitekim hu korkunç hadiseden sonra, Hz..Ali ve oğullarının haklarını aramak bahanesine sığınan birtakım maceraperestlerin başlattığı bazı hareketlerin nedeni olmuştur.
Hz.. Hüseyin'in ve Hz.. Hasan’n vefatından sonra iman olarak insanların ona beyat Edildiğine dair, muahhar( sonradan yazılmış) Şii eserlerini bir yana bırakacak olursak, ilk Şii kaynaklarda herhangi hir rivayete rastlamak mümkün değildir. Her ne hikmetse bu konular şii kaynaklarına çok sonraları girmiştir.

Farklı kaynaklardaki genel anlayışla birlikte tarih sayfalarından bugüne yansıtılan hakikatlar ışığında konunun buraya kadar ki genel değerlendirmesi başlıklar ile izah edilirse;
Sahabeden Ali taraftarı olarak bilenen ve ona yakın duran küçük bir grup Hz. Ali yi yiğitliği kahramanlığı ve ilmi vasıflarından dolayı onu sevmiş ve onu desteklemişlerdir. Bu grubun bir kısmı Hz. Ali’nin ölümünden sonra Muaviye nin yönetimindeki savaşlara katılmış Eyüp El Ensari gibi bir kısmı kendi köşesine çekilmiş Allahın rahmetine kavuşmuşlardır. Bunlar kendi yaşadıkları dönemde Hz. Ali nin imametinden, masumluğundan ve ona bugünün şiası tarafından verilen vasıfların hiç birinden haberdar değillerdi. Ancak, Cuma hutbelerinin sonunda, hidayet ön¬derleri ehlibeyte lanet okunmasının sağlanması olayı yaşayan sahabeleri çok üzmüş bu olayı şiddetle eleştirerek Muaviye ve valilerini bundan sakındır¬mışlardır. Hatta Peygamberimizin zevcesi Ümmü Seleme (R.A.) Muaviye'ye yaz¬dığı bir mektupta bundan vaz geçmesini isteyerek şöyle demiştir.
«Siz minberlerinizden Allah'a ve Resulüne lanet okuyorsunuz. Çünkü sizler Ali b. Ebî Talib'e ve onu sevenlere lanet okuyorsunuz. Ben şahidim ki Resulullah (S.A.V.) de Ali'yi severdi..»
Daha sonra büyük fetih hareketleriyle nicelik olarak yeterli büyümeyi sağlayan islam toplulukları nitelik olarak aynı ölçüde yeterli gelişmeyi sağlayamamanın yanında, iktidarı pekiştirme adına sürdürülen kötü adet ve yanlış davranışlar yüzünden gerekli huzur sağlanamamıştır.

İç siyaset deki karışıklıkların etkisiyle Ali taraftarlığının bir yansıması olarak yukarda bahsedilen sebeplerden ve özellikle de emevilerin ilk döneminde başlatılan ve Ömer b. Abdülaziz dönemine kadar devam ettirilen cuma hutbelerindeki ehlibeyte hakaretin varlığı, Yezid döneminde, Hz.. Hüseyin zalimce öldürülmesi, birçok alanda dinin yasaklarının çiğnenmesi, Hz.. Ali ve Hz.. Hüseyin'in kızları esir cariyeler olarak Yezic ve gönderilmesi insanların içinde infial yaratıyordu. Netice de bu insanlar Resulullah'm kızının çocukları ve kendisinin temiz soyundandı. İnsanlar bütün bu olup bitenleri gördü, bunlara engel olamadı ve bunları önlemeye gücü yetmedi. Dolayısıyla mecburen öfkelerini yuttular, ister istemez susmak zorunda kaldılar, gitgide ızdırap ve hınçları arttı. Bunun neticesi olarak ta, Emevilerin iş¬kenceye tâbi tuttuklan kimseler, bunların gözünde aşırı derecede büyümeye başladı¬.
Bu duygu ve düşüncelerini devamlı baskı altında tutan gruplar davranışlarında ve yargılamalarında da aşırılığa gittiler. Çünkü şef¬kat ve merhamet duygularının kabarması, kendisine acınan kişiyi yüceltti ve kutsallaştırdı. Bütün bu sebeplerden dolayı nitelik olarak gelişemeyen topluluklarda ehlibeyt taraftarlığını öne çıkmaya başladı. Ve gittikce de kemikleşti.
Bu toplumun içinde, yaklaşımları çok farklı, fakat sonuç itibariyle bir arada olan gruplar mevcuttur. Bunların özelliklerine gelince; Bunlardan bir kısmı ehlibeytin ilminden feyzinden faydalanmak üzere ehlibeyt mensuplarından hiç ayrılmayan sapık ve sapkınlığın içinde olmayanlar ki; bunlar şu an onların içinde değildir. Bir diğeri ehlibeyti önce destekleyip sonra ona ihanet eden grubun sonuçta yine kendini ehlibeyt taraftarlarını destekleme zorunluluğunu vicdan bir mesele haline dönüştüren duygusal yaklaşımların ağır bastığı ilimsiz cahil zümre, Bu grubun sempatizanlığı Hz. Ali nin ırakta bulunması dönemiyle başlamıştır. Bir başkası İran’ın fethinden sonra bu bölgenin İslamlaştırılmasındaki yetersizlik ve bu bölgenin yapısından kaynaklanan gelenekçi yapının değişmemesi bu yapıyla Abdullah ibni sebe’nin fikirlerinin örtüşmesi ile oluşan görüş ki; bugünkü şia felsefesinin ana ilkelerini oluşturan büyük grup bunlardan oluşmuştur. Bu görüşe, farklı kültürlerdeki kitapların islama kazandırılması adına yapılan tercüme hareketleriyle yöresel inançların İslam kültürüne taşınması olayı büyük katkı sağlayan faktörlerden biri olmuştur. İlk dönemlerinde bu sürecin merkezinde olan ehlibeyt mensupları, gördükleri aşırı davranışlar ve sapkınlıklar yüzünden bunlardan ayrılmış, imamı Cafer “Ben olardan beriyim” demek zorunda kalmış yine aynı dönemde bu grup Hz.. Zeyd’ de ihanet etmiş, onu yalnız bırakmışlardır. Sonuçta bunlara ehlibeyt mensuplarından tamamen ayrıldıklarından dolayı “Rafizi” adı verilmiştir. Sözün özü bu gruplar bu güne kadar ehlibeytsiz ehlibeytçilik yapmışlardır. Görüşleri birbirinden farklı onlarca gruplara bölünmüş her biri diğerini tarih boyunca tekfir etmişlerdir.
Abdullah İbni Sebe, sebailer, Rafıziler, hariciler, Süleyman bin sard, muhtar sakafi, hasan-ül herşi, ebu-s seraya, buveyhiler'in bunlardan bazıları dır. Bu inanç sahiplerini yöneten ve yönlendirenlerin çoğu menfaatçilerden oluşmaktadır. Bunlar çıkarlarını sürdürmek adına bu inancı kurumsallaştırma gereğini duymuşlar Şiiliğin kalıcı ve inandırıcı olmasını sağlamak için evvelinin olmasını sağlamak içinde bunu hadislerle teyit etme zorunluluğunu hissetmişlerdir. Ayetlerin geliş yeri ve nüzul sebebine bakılmasızın kendi görüşlerinin ispatını sağlamak için, ayetleri yanlış tevil ederek yorumlanması görüşlerinin ve yorumlardaki boşlukların bazı tarihi olaylarla doldurularak inandırıcılığın sağlanması yoluna gidilmiştir. Bununla birlikte görüşlerinin karşısında olabilecek görüşlerin veya kişililerin de bir şekilde ekarte edilmesi gerektiği düşüncesi ile sahabeye ve söylemlerine karşı kulaklarını kapamışlar, onların aleyhine propaganda ve faaliyetlerini bütün süreçte sürdürmüşlerdir. Özellikle İmamı Caferin ölümünden sonra onun adını kullanılarak binlerce hadis uydurarak uzun bir süre sonra ancak bu projenin altı doldurmuşlardır. Bu sürecde Bazı mefhumların anlamları değiştirilmiş. Bu mefhumlara islamda olmayan manalar yüklenmiş, ehlibeyt imamlarının hiç söylemediği sözler onlara söyletilmiş, Hz. Ali nin kürsülerde ettiği vaazlar değiştirilerek kitap haline dönüştürülmüş, sevilecek şeylerin bazılarına nefret esası getirilirken bazılarında ifrat derecede sevgiler yüklenmiştir. Düşünce yapılarında konjektürel olarak değişiklikler yaşanmış önceleri hoş görülen esaslar, kabul edilen ilkeler, çok ters olmayan tarihi şahsiyetlerin daha sonraları tamamen gözden düşürülerek yok edildiği, sürecin bütününe bakıldığında görülmektedir.

Tarihde bu anlayışa katkı sağlayan bazı olaylar ve kişiler bu sürecin bazen nedeni bazen kendisi, bazen destekleyicisi, bazen de farklı şekilde tezahür ettiğini görmek mümkündür. Şöyle ki;
Halifelik konusundaki Sürtüşmeler ve mücadele, Haşim oğulları ile onların amcaoğulları olan emeviler arasında geçme süresinde, Önce beni ümeyyenin daha sonra beni Abbas’ın elde ettikleri saltanatlarına zarar gelecek endişesi ile ehli beyt soyuna karşı yapılan düşmanlık ve haksızlığın istenilen amaca hizmet etmekten ziyade karşı grupların olmasını sağlamış bunların kemikleşmesini sağlamıştır. Bu sürecin içinde yaşayıp etkili olan kişilerden bazıları saf değiştirebiliyor ilginç karelerde yer alabiliyor. Sonuca baktığınızda ise, kişilerin ne zaman nerede olacağını dini anlayış değil, başka şeylerin belirlediğini görüyorsunuz. Mesela cennet ile müjdelenen on kişiden biri olan sad bin ebi vakkas'ın oğlu amr, rey valiliği uğruna peygamber torununun üzerine yürüyebiliyor. Öte yandan bir zamanlar Ali'ye karşı çıkmış olan Zübeyir’in oğlu Abdullah, Hz.. Hüseyin’in yanında yer alıyor. Keza kurnaz hakem amr'ın oğlu Abdullah da yezit’e biat etmeyip Hüseyin ile birlikte hareket ediyor!.. Hüseyin'i önce kerbelâ'da susuz bırakan hurr sonra onun yanına geçip uğruna şehit düşüyor! Ne oluyor da bunlar çok kısa bir süre içinde bu değişikliklere uğruyor acaba! Gönüllerini dini bir ilhammı basıyor yoksa nerede olmaları gerektiğini olayların gelişimine göre belirliyorlar. Bunlar kaderin bir cilvesi olamaz mı? Burada din farklılığını aramak niye. Böyle bir farklılık yok ama kabilecilik ve yönetme arzusu ön planda. Hz. peygamberimiz ile Ebu sufyanın büyük dedeleri yıllar önce araları açılmış iki kardeştir. Ebu süfyanın dedesi şama peygamberimizin dedesi de medineye yerleşmiştir. Ancak, daha sonraki nesilleri tekrar Mekkeye dönmüş ama eski de olsa aralarında bir husumet mevcuttur. Ayrıca, Hz. Hamza Ebu süfya nın karısı hind’in babasını Bedir savaşında öldürmüştür. O da onun intikamı Uhut savaşında alarak Hz. Hamza nın şehit olmasını sağlamıştır. Yani yezidin söylemlerinin arka planında saltanat aşkının yanında geçmişteki hadiselerden dolayı ceddinin intikam alma duygularının önecıktığı birebir görülmese de de hissedilir. Buna karşın Hz.. Hüseyin ve yakınlarına ihanet edenler, yaptıklarının suçluluğu ile Kerbelâ faciasına ağıtlar yakmışlar karşıdakilere duydukları nefretle çeşit çeşit rivayetler ortaya koyarak destanlaştırmışlardır. Hissi ve duygusal yaklaşımların çok ileri derecede kullanılarak oluşturulan bu destanlar incelendiğinde; uydurma rivayetleri acılı tarihi olayın duygusallığı içine çok ustaca kamufle edildiği olayın dinselleştirildiği emeviler ile ehlibeyt arasındaki kavganın siyasi bir olay değil de dini bir kavga olduğunu imajı ile bir tarafın Müslüman karşı tarafın kâfirler cürufundan meydana geldiği algılaması yorumsuz anlaşılacaktır. Bu destanlar okurlarını farkında olmadan aynı duygu yelkenine bindirebilecek bir yapıdadırlar. Bu duygu ile yüklenen okuyucu ekmek yapmaya hazır hale gelmiş hamur gibi, artık din adına ne söylerseniz kabul etmeye hazır hale geldiğini görürsünüz. Çünkü şiacılar tarih boyunca kendi inanışlarını hep bu olayı kullanarak ajite ederek vermişlerdir. Tarihi gerçekleri ve sapkın amaçlarını bu acı olayı kullanarak camiden uzak kalmış ya da uzaklaştırılmış bilinçsiz halka ve taraftarlarına yutturmuşlardır. Yukardan beri bahsedilen sebeplerin oluşturduğu Şiilik anlayışını, Kerbela hadisesi ile iyiden iyiye tetiklenmiş, apayrı bir inançlar manzumesine dönmüştür.
Tarihin içinde ki bu gerçekleri görürken aklı kullanmak isteyen ve aklın karartılmasına taraf olmayanlara bu düşünce sahiplerinin ilk söyleyeceği şey; yine malum hadisenin duygusallığını kullanarak yezidin kurtarılmaya çalışıldığını, ona sahip çıkıldığı olacaktır. Onların nezdinde bu algılama biçiminin yezitle eşitlediğini görürsünüz. Yezitle bir olmak istemeyenler ise, kerbela olayı içine ustaca yerleştirilen şia felsefesi içinde buluverir kendini. Yani onlara göre yezide karşı olmanın şianın içinde olmaktan başka bir alternatifi olmadığı gibi şiaya karşı olmanın da yezidin yanında olmaktan başka bir alternatifi yoktur. Şiacılar size bu iki alternatifin dışında başka bir düşünceyi sunmazlar. Kendi bozuk inançlarının içine ehlibeytin istismarını taşıyarak size alternatifsiz bırakırlar. Gerçek Ehlibeyt Hz.. Zeyt imam ı Cafer ve İmam Rıza şiacılık yapanlara karşı “Ben onlardan beriyim”. Demiştir demesine de istediği kadar biz bu hareketin içinde değiliz desinler. Şiacılar için bunun hiçbir anlamı ve önemi yoktur. Burada önemli olan toplumun algılamasının istenilen yönde kullanılmasıdır. Oysa duyguları bir tarafa bırakıp aklı devreye soktuğunuzda şu gerçek hemen gözünüzün önüne gelecektir. Bu gelişmelerin en büyük müsebbibi ve tarafı yezit; bunu dini amaçlı yapsaydı, onların dediği gibi ehlibeyti ortadan kaldırmakla islamı yok etmeyi aynı görseydi, etrafındaki şakşakçıların ona verdiği gazı ile esir olarak yanına getirilen diğer ehlibeytin hepsini öldürtebilir, ondan sonraki saltanat hayatını daha korkusuz endişesiz sürdürebilirdi? Bu konuya at gözlüğü ile bakmanın meseleyi çözme yönünde asla bir cıkış olmayacaktır. O ortamdaki olaylara, söylenenlere tarihi vesikalara bakıyorsunuz gerçek hiç gösterildiği ya da gösterilmeye calışıldığı gibi olmadığını görürsünüz. Mesal; İbnu Zübeyr'in davetçisi Abdullah b. Muti gelip Yezid'in şarap içtigini, namazı terk ettigini ve kitaba, sünnete aykırı davrandıgını iddia ettiginde Hz..Ali nin oğlu Muhammed b. EI-Hanefiyye Yezid lehine sahadet etimiş, Abdullah b. Muti'ye "Zikrettiginiz seyleri ben onda görmedim. Yanında bulundum ve onunla bir arada ikamet ettim. Namaza devam ettigini, hayrı arastırdıgını, fıkhî hükümler sordugunu ve sünnete baglı oldugunu gördüm" diye cevap verdi, İbnu Muti ve beraberindekiler ona: Sana tasannu için öyle yapmıstır dediklerinde "Söylediginiz içki içme hadisesini size gösterdi mi? Eger sizin yanınızda içti ise sizler onun ortagı sayılırsınız Yok sizin yanınızda içmediyse bilmediginiz, görmediginiz seye sahitlik yapmanız size helal degildir." demiştir. Onlarda; Görmedi isek de bu bizce malumdur dediklerinde de "Allahu Teala şahitlere bunu yasaklamıs ve buyurmustur ki "Bildikleri halde (bilerek) sahitlik yapanlar hariç, sizin bu isinizden herhangi bir sey (biliyor) degilim."
Hz.. Ali'nin oglu Muhammed b. EI-Hanefiyye Yezid için böyle sahadet ettiğini de görmekteyiz. Amac burada yezidi kurtarmak değil onu zaten biz kurtaramayız, kurtarmayız da. Ancak, alt niyetli görüşler olayı sürekli dinselleştirdiğinden meseleye hep duygusallıkla bakılmaktadır. Oysa bazı gerçekleri duygumuza hoş gelmese de söylememiz ve görmemiz gerekmektedir.
Bu sürecin neresinden bakarsanız bakın bu mesele bir din savaşı değildir. Ancak, mevcut muteber kaynakların ifadelerinden cıkan sonucta Yezidin amacı dinin muzafferiyetinden ziyade, kendi geleceğidir. Olayın birden çok görülecek yanı farklı cepheleri vardır. Eğer buradaki nüanslara doğru bakılmazsa gerçek hiçbir zaman doğru görülmeyecek ve algılanmayacaktır. Öyle olunca da, İslama Kuran ve hadis ışığında değilde, İstismar edilen ve odak olarak ele alınan olaylardan çok sonraları içi yalan yanlış duyumlarla doldurulan tarih ışığında bakanların hakikati anlamaları mümkün olmayacaktır.

Bütün bu olup biteni anlamak için her türlü peşin hüküm'den sıyrılmak ve tek yönlü bakış acısını değiştirmek şarttır. Tabiî ki duygusallığı sevgiyi unutmayacağız ama akıl'dan da yararlanacağız. Elbette Allah isteseydi, Hüseyin’in başını şemir'in eline bırakmazdı. Ama ne ibni mülcem'i, ne câde'yi, ne de onu durdurmuştur... Bunda elbette Allah tarafından bilinen bizce bilinmeyen anlayamadığımız hikmetler mevcuttur. Şu bir gerçektir ki.
Hz.. Hüseyin kendisine düşenleri yapmış mertebelerin en yücesine ulaşarak hak'ka kavuşmuştur. Şehit olmasa da yatağında ölseydi bugün çoktan unutulmuş olurdu. Emevi hanedanları onların varlığını mücadeleci azmini hep enselerinde hissetmişler bu hissedişin sonuçları şüphesiz İslam için hayırlara vesile olmuştur. Kimbilir bu korku olmasaydı onlardaki saltanat sevdası dine ne kadar zarar verirdi!

Talha
Admin

Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 09/11/09

http://talha95.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz