ŞİİLİK DİNMİDİR YOKSA MESHEP Mİ/
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ŞİA İNANCI İMAMET MEVZUUNA CEVAP

Aşağa gitmek

ŞİA İNANCI İMAMET MEVZUUNA CEVAP Empty ŞİA İNANCI İMAMET MEVZUUNA CEVAP

Mesaj  Talha Ptsi Kas. 09, 2009 1:57 pm

Ehl-i Sünnet âlimleri, İmametle ilgili Şia'nın görüşlerinin doğru olmadığı hususunda ittifak etmişler ve Şia'nın görüşlerini şu hususlardan dolayı reddetmişlerdir.
İmama ihtiyaç vardır, fakat masum imama ihtiyaç yoktur. Dini hükümlerin yerine getirilmesi, kötülüklerin giderilmesi ve İslam'ın korunmasına ihtiyaç vardır. Ancak bu ihtiyaçları giderecek kimsenin masum olması şart değildir. İctihad ehli ve adalet sahibi olması yeterlidir. İmamın hata etmesi caizdir. Uyanlara ise herhangi bir sorumluluk yoktur. "Ey inananlar! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin." (217) ayetindeki "emir sahipleri" Şia'nın ileri sürdüğü gibi İmamlar, demek değildir. Ya Raşid halifeler veya seriyye komutanları, yahud da dini hükümlerde fetva veren ve insanlara dinlerini öğreten âlimlerdir. (İbn-i Kesir'de buradaki Ulu'l emr'den maksadın Ulema olduğunu beyan etmektedir.) Şu hususta unutulmamalıdır ki, imam şeriata uygun ettiği sürece ona uymak gerekir. Şeriata karşı hareket ederse, ona uyulmaz. Peygamberlerin bazı özellikleri imamlarda tahakkuk edebilirse de, bütün özelliklerinin imamlarda bulunması söz konusu değildir. İsmet de bunlardandır. Ehl-i Sünnet'e göre İsmet, peygamberlere mahsus bir sıfattır ve peygamberlik şartlarındandır. İmamlık şartlarından değildir. (219)
İnsanların, hidayet için Kur'an ve Sünnet'e sarılmaları yeterlidir. Bu konuda birçok ayet ve hadis vardır. Ama masum imama uymanın lüzumunu belirten tek bir ayet ve hadis yoktur.
Şer'i hükümler bedihi (apaçık) dir. Mü'minler, açık olmayanlarını (Müteşabihleri) anlamakla yükümlü tutulmamışlardır. Zira İslâm'da güç yetirilemeyeni teklif yoktur. İmam, vahiy almadığına göre, bedihi olmayan şer'i hükümleri nereden bilebilecek? Ehl-i Sünnet'e göre, rey ve kıyas haktır. Masum birine ihtiyaç yoktur. Kur'an, Sünnet, İcma' ve Kıyas'tan ibaret olan şer'i deliller insanlara kafidir.
İmam, şeriatın koruyucusu kabul edilse bile, şeriatı kendi zatıyla koruyor değildir. Aksine, Kitap, Sünnet, İcma' ve sahih içtihadıyla korur. İmam'ın içtihadında hata etmesi ise caizdir. Bu hata sağlam şeriatı bozmaz.
İmamların sözü, Peygamberlerin sözü gibi hüccet değildir. İmam kumandan mesabesindedir. Peygamberlere caiz olmayan şeyler, imamlara caizdir. (Kadi Abdu'l Cebbar, Mugni, c.15.sh:313)
"...Seni insanlara imam (önder) yapacağım" dedi. O (İbrahim): "Soyumdan da" deyince, "zalimler benim ahdime erişemez" dedi. (Bakara: I24) ayeti imamların masum olduğuna delil değildir. Zira ayetteki "ahd"den murad, ya peygamberlik veya imamlıktır. (Taberi, Cami'ul Beyan, C.I. sh: 530) Şayet imamlık ise, her masum olmayanın zalim olduğu gerçek delildir. Belki, adaletli olmayan, tevbe edip nefsini ıslah etmeyen zalimdir. (Cürcani, şerhu'1-Mevakıf,C.3.sh:265-266)
"Ey Peygamber'in ev halkı Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip sizi tertemiz yapmak ister." (Ahzab: 33) ayeti de imamların ismetine delil değildir. Çünkü, bütün imamların Ehl-i beyt'ten olma şartı ve zarureti yoktur. Ayrıca ayetteki rics, manevi pislik olan töhmettir. Onlardan töhmetin kaldırılması, hata etmelerini engellemez. Zira müctehid, içtihadı hatalı da olsa sevap kazanır. (Rüşdi Alyan,el-İslâm, ve'l-Hilafet, sh: 59)
Halktan zekât ve vergi toplamak için adaletli olmak gerekli ise de masum olmak şart değildir.
İmam ve halife dini konularda fetva verirken isabet de edebilir hata da. Müctehidin hata etmesi caizdir.
Halkın, imamın kıldırdığı namazda şüpheye düşmemesi için imamın masum olması gerekmez. Bu, Şia'nın bir iddiasından başka bir şey değildir.
"Ben ümmetim hesabına, başlarına geçecek sapık imamlardan korkarım", hadisi de imamların masum olmadığına delâlet etmektedir. (Tirmizi, Fiten, 51- Ayrıca, adil ve zalim imamlarla ilgili hadisler için bk. İbn Hacer, El- Matalibu'l- Aliyye, c.2, sh: 232-234.)
Masum imama ihtiyaç yoktur, insanlar bütün işlerinde imama uymak mecburiyetinde de değillerdir.
Peygamber'in getirdiği dini hükümleri nakleden, imamlar değil; adil, zabit ve güvenilir raviler ve âlimlerdir.
İmamların, meleklerden üstün olduğuna dair akli ve nakli herhangi bir delil mevcut değildir.
Şia'ya göre, gaip imamın naibi olan müctehid imam, masum olmadığına göre Şia'nın görüşündeki tenakuz kolayca anlaşılmış olur.
Şia'nın, imamlar ve ismetleriyle ilgili görüşünün dini naslara uygun olmadığı ortadadır. Zira, Peygamberler bile, imam olmak hasebiyle hata edebilirler..... Bu nassla sabitken, imamların, doğumlarından, ölümlerine kadar büyük küçük her türlü günahtan; unutmak, yanılmak ve hata etmekten masum olduğunu iddia etmek ne derece doğru olabilir?
İmamların masum olduğuna dair açık ve kesin bir delil mevcut değildir. (Başta Hılli olmak üzere bir çok Şia âliminin imamların ismetine dair ileri sürdükleri deliller çeşitli mantık oyunlarından ve ayetleri zorlama suretiyle yaptıkları tevillerden ibarettir. Her mezhebin kendine göre bir mantığı vardır. Şia mantığına göre bunlar doğru, fakat Ehl-i Sünnet'e göre yanlıştır.) Allah Teâlâ’nın, lütfen masum bir imam göndermesinin gerekli olduğu iddiası dayanaksızdır. Zaten böyle bir imam da mevcut değildir. Muntazar (gibi) imamdan da kimseye bir fayda yoktur. Tarihen herkesin, On iki imamı kabul edip bunlara tabi olduğu da sabit değildir, (İbn Teymiyye a.g.e. c.2, sh:I34-135)
Şia'nın ileri sürdüğü deliller dayanaktan yoksundur. İmamın, Haşimi olmasının şart koşulması, nassın zahirine ve ümmetin, Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in halifeliğini (imamlığını) tasdik sadedinde yaptığı akid icmaına aykırıdır, İ İmamın, masum olması ve gaybı bilmesi şartı da ümmetin icmaı ile batıldır. (Amidi,Gayetü'l-Meram, sh: 384 )
Raşid Halîfelerin halifeliği ittifakla akdedilmiş ve onlarda masum olmadıklarını itiraf etmişlerdir. Nitekim bazı hususlarda, halifelerin görüşlerinde isabet edemeyip yanıldıkları tarihen sabittir. Bu da imamların masum olmadıklarını gösterir. (Amidi, Ğayetü'l-Meram, sh: 385)
Şiaya göre “İmamet in ne olduğunun tespiti, atanacak kişinin tayini şeri hususların işleyişi değişim ve ziyadelikten korunması Allaha vaciptir”. Yani bunun tayini devleti kimin yöneteceğini insanlara bırakılamayacak bir konudur. Oysa herhangi bir meselenin Cenabı Allah’a vacip olduğunu varsaymak hâşâ Allah ın aciz olduğunu kabul etmek anlamına gelir. Yani bu hususu Allah ın üzerine vacip kılacak başka bir güç olduğunu tasdik etme anlamı çıkar. İslam inancında gerçek anlamda imamet mevzuu var idiyse, Hz Peygamber de imamı tayin için gönderilmişse, bu husus neden Kuran da bulunmamaktadır? Hâşâ Allah Hz peygamberden sonra ümittin bu hususla ilgili tefrikaya düşeceğini bilmedi mi? Yada inanılması ve uyulması farz olan bir hususu kulundan neden salkıdı? Hz Allah imanın esasına yönelik bir şeyi neden gizledi. Birileri bunu anlasın diğerleri de anlayamasın cehenneme gitsin mi istedi? Haşa bu sıfat nasıl Allah a yakıştırılır?.

Şianın iddiaları böyle olmasına rağmen Hz Peygamberimizden sonra Hz Ebu Bekir halife seçilmiş ve toplumun önderi imamı olmuştur. Şianın sahabe düşmanlığı kıssalarında hakaret vari Hz Ebu Bekir in korkak birisi olduğu anlatılır. Peygamberin yardımcıları arkadaşları akrabaları dostları bu kadar gaflet içinde miydi ki böylesi korkak bir adamı kendilerine imam seçti. Ya da birileri seçti de diğerleri neden karşı çıkmadı. Halifeye “ Doğru davranmazsan seni kılıcımızla düzeltiriz” diyen bir cemaat neden bu haksızlığa karşı çıkamadı!....? Şianın bu konudaki iddialarını gerçekliği, ihtimal olarak bile düşünülmesi muhtemel bir hakikat değildir. Ama şia bu ve buna benzer binlerce üretilebilecek sorulara geliştiği süre içinde yorumlar getirmiş, teviller getirmiş, su olmadık derelerde nehirler taşımış, söylemlerinin birçoğunda birbirlerini yalanlamışlar sürekli bir çıkış bulmaya çalışmışlardır.
Bu imamet mevzu kurani bir kavramdı da; İmam Zeyd Hz Ebu Bekir, Ömer, Osman’ın imamlığını neden kabul etti. Neden diğer Şiiler İmam zeyd e bu konuda karşı cıktılar. Onlar bu konuları imamdan daha mı iyi biliyorlardı?. Yoksa yanılmaz dedikleri imamlar birçok yerde olduğu gibi burada da mı yanıldılar?

Konunun aslına devlet Yönetimi ile ilgili Kuran ayetleri ile Şiacıların imametle ilgili delil gösterdikleri ayetleri bütünlük içinde incelendiğinde; İmamlığın kişisel olduğu , İslam dininde soya ve akrabalığa bağlı bir İmamlık olayının bulunmadığı, imamlığın Rahmana kul olan herkesin sahip olabileceği bir mevki olduğu apaçık görünür. Ancak Şiacılar bu iddialarını delillendirmek adına yüzlerce formül geliştirmişlerdir. Bunların her birine inmeyede gerek yoktur. Bizce asıl olan bu konu ile alakalı Kuran ın formülüdür.

Konu ile alakalı ayetler;
“Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu. Bakara /124
Şiacılar bu sureyi imametin delili olarak sunmaya kalkarlar. Bu surenin neresinde

- Ve onlar ki: "Ey Rabbimiz"! Bize eşlerimizden ve zürriyetlerimizden gözler aydınlığı ihsan et ve bizi takva sahiplerine imam kıl derler. Furkan/74

- Rabbin tarafından (gelmiş) açık bir delile dayanan ve kendisini Rabbinden bir şahidin izlediği, ayrıca kendisinden önce, bir İmam ve bir rahmet olarak Musa'nın Kitab'ı (elinde) bulunan kimse (inkârcılar gibi) midir? Çünkü bunlar ona (Kur'an'a) inanırlar. Zümrelerden hangisi onu inkâr ederse işte cehennem ateşi onun varacağı yerdir, bundan şüphen olmasın; zira bu, senin Rabbin tarafından bildirilmiş gerçektir; fakat insanların çoğu inanmazlar. Hud/17

- Ondan önce de bir rahmet ve İmam olarak Musa'nın kitabı vardır. Bu (Kur'an) da, zulmedenleri uyarmak ve iyilik yapanlara müjde olmak üzere Arap lisanıyla indirilmiş, doğrulayıcı bir kitaptır. Ahkaf/12

- Musa'dan sonra, Benî İsrail'den ileri gelen kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: "Bize bir hükümdar gönder ki (onun komutasında) Allah yolunda savaşalım" demişlerdi. "Ya size savaş yazılır da savaşmazsanız?" dedi. "Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde Allah yolunda neden savaşmayalım?" dediler. Kendilerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç, geri dönüp kaçtılar. Allah zalimleri iyi bilir.Bakara/246

- Peygamberleri onlara: Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi dedi. Bunun üzerine: Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? Dediler. "Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir" dedi. Bakara/247

Birde bu olayı Hz Ali acısından irdeleyelim.
Ali’nin Peygamber’in ilk halifesi olması hususunda ilahi bir emir mi vardı; yoksa bu, Resulullah’ın şahsi arzularından bir arzu muydu? İmam Ali, bu hususta Allah’tan bir emir olmadığını söylüyor. Ali’nin çağdaşları da bunu söylüyorlar. Büyük kayboluşa kadar devam bu görüş, büyük kayboluşla birlikte Şia’nın akidelerinde meydana getirilen değişikliklerle birlikte bu görüşün tezadı akide haline getirildi.
İmamet mevzuunun kimin hakkı olduğu konusundaki düşüncenin ele alındığında teferruatta saklı olan ancak olayın boyutunu değiştiren çok önemli bir nokta bulunmaktadır. Ki Şiacılar bu noktayı gözden kaçırmaya çalışmaktadırlar. İmam Ali ve beraberindekilerin Resulullah’ın halifesi olması hususunda öncelik hakkı nın Ali de olduğu ve fakat Müslümanların başkasını seçtiği görüşü ile Hilafet’in Ali’ye Allah tarafından verilmiş bir hak olduğu halde bu hakkın çağdaşları tarafından gasp edildiği iddiası arasındaki fark gözden kaybedilecek bir fark değildir. Hz Peygamberden sonra halifeliğin secimle yapılmasının meşru olduğunu ve hilafet hususunda gökten inen bir emir bulunmadığını bize Hz Ali kendi şöyle demektedir.
“ - Ebu Bekr’e, Ömer’e ve Osman’a biat ettikleri gibi bana da biat ettiler hazır bulunanaların seçmeye, bulunmayanların da red etmeye hakları kalmamıştır.
Şura ancak Muhacirler’le Ensar’ındır. Bir kişi üzerinde anlaşıp onu imam olarak tanıdılar mı, Allah’ın rızasını almış olurlar. Onların emrine itiraz edecek veya başka bir yön gösterecek olan olursa, onu yola getirmeye çalışırlar. Aksi takdirde müminler doğru olmayan bir yolu tutmasından dolayı onunla savaşırlar!...” Bu hususta Allah ın emri olmadığının Ali tarafından bir başka tescili ise; Hz. Abbas Ali’ye “Uzat elini sana biat edeyim”. Dediğinde, Hz Ali “İnsanlar peygamberin amcası yeğenine biat etti derler”. Deyip bu teklifi kabul etmediği muteber bütün tarih kitaplarında mevcuttur. Bu konuda bir emir olsaydı bunu elbette ki Ali bilirdi. Bildiği halde böyle davrandıysa Allah ın emrine karşı gelmiş olurdu. Bu durum Ali ye yakışır bir durum mudur?. Hz Ali’ye verilmiş bir hak var idi ise; o hakka sahip çıkmamak, ya da çıkamamak, hakkını savunmamak, pısırıklık etmek, korkarak saklanmak, takiyye yaparak yalancı durumuna düşmek, hiç ona yakışır bir vasıf mıdır? Kim böyle bir Ali yi sevebilir. Haşa bu kötü vasıflar hiç O Allah ın aslanına yakışır bir şey midir?. Şia felsefesinin islamın kutsal değerleri tarafından desteklenir bir tarafı yoktur. Olamaz da. Yoksa islam kendi içinde çelişkiler yumağı olur. Bu nedenle de bu felsefenin tarihi gerçeklerini bilenler İslamı gerçek anlamda kavrayan ilim adamları tarih boyunca şia felsefesine cevap verme gereği bile duymamışlardır. Çünkü muhatap alınacak doğrulukta ve fikirde bir kişilik bulmak mümkün olmamıştır. Karışınızda neyle karşılaşacağınızı asla bilemezsiniz. Size görünüşte hak verir, ice döndüğünde sözünden cayar. İlim diye uydurmaları tarihi safsataları ortaya sürer. Tevilleri yorumları tarihi gelenekleri dinin merkezine koyar. Yani onlarla neyi tartışacağınızı bilemezsiniz. Hangi konuda uzlaşacağınızı anlayamazsınız.
Amaç eğer doğruyu araştırma ve orda karar kılmak olsaydı, 1148 de Nadir Şah zamanında bu amaçla yapılan küçük bir şurada tespit edilen taraflarca onaylanıp ilan edilen gerçekler herkesçe benimsenirdi. Şiacıların amaçları hiçbir zaman doğruyu bulmak adına değil doğruyu bulandırmak kafaları karıştırmak ondan sonra kendi doğrularını şırınga etmekten geçer bu tarihte de bugünde böyledir. Kendi çıkmazlarını ayet ile ispatladığınız zaman size söyleyecekleri ilk şey
“Bu ayetleri sizler anlayamazsınız bunun Batıni manası var bunu ancak Hz Ali ve diğer imamlar anlar.” Yani bizler anlarız derler. Çünkü ayetleri onlardan başka anlayacak kimse yoktur.
Peki Allah bu kitabı raflarda dursun anlaşılmasın imamlar anlasın da bizlere anlatsın diye mi gönderdi!?. Pekiyi bize bunu anlatacak imam nerede, İmamların bu konularla ilgili anlatıları nerde?. Madem bir imamlık müessesi var bin iki yüz yıldan beri neden imam bizleri aydınlatmıyor. Bu imamlar nerede? Var olan bir şey, inanılması gereken bir akide ortadan kaybolur mu? İmamsız bir devir olur mu? İmamın olmadığı yada imamdan uzakta kalındığında insanların hali ne olur? Eğer bu imamlar toplumun önderi ve yöneteni olarak gönderilmiş se neden Hz Ali ve Hz. Hasan dan başka birisi toplum yönetimini ele alamadılar. Eğer alamayacak idiyseler neden alamayacakları şeye iman edelim. Allahın bu konudaki iradesinin önüne insanlar geçebilir mi? Cahiliye döneminin en karanlık dönemlerinde Hz Peygamber aracılığı ile Cenabı Allah ın iradesinde hiç yanılma ve sapma olmadan islam nasıl doğdu ve muzaffer olduysa, imamet konusundaki Allah ın iradesinde bir değişme mi oldu?. Yoksa insanların değişebileceğini Cenabı Allah önceden fark edemedi mi?! denmek isteniyor? Bu konuda Şiacıların cevaplandırılması gereken binlerce sorular üretilebilir.
Ali’nin Peygamber’in ilk halifesi olması hususunda ilahi bir emir mi vardı; yoksa bu, Resulullah’ın şahsi arzularından bir arzu muydu? İmam Ali, bu hususda Allah’tan bir emir olmadığını söylüyor. Ali’nin çağdaşları da bunu söylüyorlar. Büyük kayboluşa kadar devam eden inanç, büyük kayboluşla birlikte Şia’nın en önemli akidelerinden sayılmaya başlandı.
İmamet mevzuunun kimin hakkı olduğu konusundaki düşüncenin ele alındığında teferruat da saklı olan ancak olayın boyutunu değiştiren çok önemli bir nokta bulunmaktadır. Ki Şiacılar bu noktayı gözden kaçırmaya çalışmaktadırlar. İmam Ali ve beraberindekilerin Resulullah’ın halifesi olması hususunda öncelik hakkı nın Ali de olduğu ve fakat Müslümanlar’ın başkasını seçtiği görüşü ile, Hilafet’in Ali’ye Allah tarafından verilmiş bir hak olduğu halde bu hakkın çağdaşları tarafından gasp edildiği iddiası arasındaki fark gözden kaybedilecek bir fark değildir. Hz Peygamberden sonra halifeliğin secimle yapılmasının meşru olduğunu ve hilafet hususunda gökten inen bir emir bulunmadığını bize Hz Ali kendi şöyle demektedir.
“ - Ebu Bekr’e, Ömer’e ve Osman’a biat ettikleri gibi bana da biat ettiler hazır bulunanaların seçmeye, bulunmayanların da red etmeye hakları kalmamıştır.
Şura ancak Muhacirler’le Ensar’ındır. Bir kişi üzerinde anlaşıp onu imam olarak tanıdılar mı, Allah’ın rızasını almış olurlar. Onların emrine itiraz edecek veya başka bir yön gösterecek olan olursa, onu yola getirmeye çalışırlar. Aksi takdirde müminler doğru olmayan bir yolu tutmasından dolayı onunla savaşırlar!...”
Meselenin bir başka cephesinde Peygamberimizin şahsi arzuları ve istekleri ile Cenab-ı Hakk’ın emriyle alakalı yönü bir birinde ayırt etmek gerek. Yani Resulullah’ın bir insan olduğunu hesaba katarak onun kişiliğindeki bu iki yönü birbirinden ayırmamızın, Peygamber’in ilahi vechesi ile şahsi cihetini birbirinden tefrik edebilmemize büyük katkısı olacaktır. Böylece Peygamber’in ilahi emirlerin icabı olarak söyledikleri ile bunlarla ilgisi olmayan sözler ve fiiller arasındaki farkı her zaman belirttiğini öğrenince, şahsının ve nefsinin yüceliğini bir kere daha anlayacağız. Kuran-ı Kerim Peygamber sav. hakkında şöyle diyor:
“O arzusuna göre konuşmaz. O’nun bildikleri vahyedilenden başka bir şey değildir. Çünkü onu kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri öğretti.”
Şüphesiz ki; burada Peygamber’in islami hükümleri tebliğ ederken daima vahye isnad ettiğini belirtmek istiyor. İslam’a Hz. Muhammed’in sav. Peygamberliğine ve O’na nazil olan Kuran’a iman şartı da budur.
Ancak Kuran-ı Kerim Peygamber’in hususi arzularından bir arzu ile ilahi olan emir arasında temel farkı beyan etmek için “itap ayetleri”yle bazen de “men ayetleri”yle açık ve sarih bir şekilde duruma katiyet vermiştir. Yani islam anlaşılması için gönderilmiş bir dindir. insanların kafasında zaaf bırakacak kör noktalarla dolu bir anlayış yoktur. Ancak insanlar kendileri hakikatlerin üzerine kapatarak kör noktalar oluşturabilirler.

İmamın mertebesi ile alakalı şianın görüşü incelendiğinde, bunların herhangi bir delile dayanmadığı, bilâkis bâtıl olduklarına dair delillerin bulunduğu anlaşılacaklardır. Zira Hz. Muhammed (S.A.V.) îslâm şeriatını tümüyle açıklamıştır. Bu husus¬ta ALLAH Teâlâ şöyle buyurur: «Bugün size dininizi tamamladım...» Maîde suresi âyet 23

Eğer Hz. Muhammed (S.A.V.) İmamilerin iddia ettikleri gibi herhan¬gi bir şeyi gizlemiş olsaydı, Rabbinin, kendisine tebliğ etmesini em¬rettiği dini tebliğ etmemiş olurdu. Bu da mümkün değildir. Ayrıca hatalardan beri olmak ancak peygamberlere mah¬sustur. Peygamberlerden başkasının masum olacağına dair herhan¬gi bir delil yoktur.

Ehl-i Sünnet'e göre, Peygamberlerden başkası masum değildir. Halife olan ve olmayan kimselerin hata etmeleri, günah işlemeleri ve tevbe etmeleri caizdir. Günahları, Tevbe ile ve iyilikle silinir. Resûlullah (s.a.v) on kişiyi cennetle müjdelemiştir. Onların cennetle müjdelenmesi, günah işlemediklerine değil, Allah'ın onları mağfiret ettiğine delildir. Farz edelim ki, hatadan korunmak için, masum birine ihtiyaç vardır. Bu takdirde, her beldede bir masumun bulunması gerekir, çünkü bir masum bütün beldelere yetmez. Naib tayini, hatanın caiz olmasını önlemez. Dini bilgileri öğrenmek için de masum birine ihtiyaç yoktur. Çünkü öğretmek ismetle değil, Peygamber veya Kitap aracılığıyladır. İmam, şeriata tabi olduğu sürece ona uymak gerekli olur. Şeriata muhalif hareket ederse ona uyulmaz. Bu takdirde red ve inkâr edilir... Kısaca, Ehl-i Sünnet'e göre Peygamberlerden başka masum yoktur."
Eğer Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna samimi olarak inanılıyorsa, bütün mezheplerin atalarından devraldıkları rivayetleri Kur’an ışığında inceleyip uymayan hususları Kuran’a uydurmaya ve durumu kurtarmaya çalışmadan, batıni manaların referans verildiği merkezden uzaklaşmış anlayış ve tevillerden kurtulunması bunları tamamen yok sayılması gerekmez mi? Bu sapma ve saptırmaların dinin gerçek bir emri gibi algılanmayıp dinin merkezine yani kuran a yönelmek gerekmez mi?. Rivayetlere dayalı inançların bir çoğu çelişkilerle dolu olduğu gibi, Kuran’a uymayan, Kuran’a karşıt birçok hususların da ihtiva ettiğini her zaman görmek mümkündür. Bir takım amaçlar çerçevesinde veya farklı inanç geleneklerinin versiyonu olan bu rivayetlerden din olmaz. Çelişki olur kargaşa olur. Kavga olur Dindeki bazı asıl meselenin yerini gölgeleri alır. Ümmet Kuran dururken asla tevillerde yorumlarda birleşemez. Kimsede bu uydurmaları Kuran ın anlamı diye yutturamaz. Cahiller müstesna.! Kısacası Kuran’ı merkeze almayan yorumlarla dini anlayışların oluşturulması sonunda islam coğrafyasında islam dışı şu anlayışları görmek mümkün olur.
Seçilmiş Devlet Başkanı yerine babadan oğula devredilen Kraliyet, Kûr’an yerine, rivayetler, keyfi şahıs sözleri, felsefi görüşler ve tağuti uygulamalar.
İslâm birliği yerine, mezhepler ve fırkalar. Açık Kûr’an öğretisi yerine, batini öğreti.
ümmet anlayışı yerine ırkçılık. Takva ile üstünlük yerine, soy sop üstünlüğü.
Namaz yerine, sema, raks ve çalgı aletleri. Kabe yerine, türbelerin tavafı
Allah'a iman ve Allah’ın birliği yerine, Allah’ ortaklar peyda etmek, Allah’ın yetkilerinin tamamen yada kısman gökte ucan şeyhlere imamlara Kutuplara devredilmesi, Allahtan beklenmesi gereken beklentilerin başkalarından beklenmesi, bir takım tabuların Allah yerine konulması,
Zekât ve Sadakalar ihtiyaç sahiplerine değil dini saltanat aracı olarak kullananlara mali desteğe dönüşmesi, Helal ticari kazanç yerine, faizcilik ve karaborsacılık yapılması,
Aktif, adaletli ve çalışkan toplum yerine, hak gözetmeyen pasif ve tembel toplum.
Allah’ın “Akıl etmez misiniz?” emri gereğince düşünen toplumlar yerine
akıl etmeyen, aklı küçümseyen beynini kiraya veren, sadece kulağına fısıldanan kadar yada eline tutuşturulan kağıttaki yalan yanlış bilgiler oranınca düşünebilen bir yapı, Gayba imanı sulandırıp keyfi iddialar ve falcılığa dönüştürme, Peygamber yerine imamlık müesseseleri gibi ne olduğu net olmayan bir takım inançların getirilip dinde olmayan, dinin etkisini yok eden, dini ortadan kaldırmaya yönelik olan argümanlar gelişir.
Son zamanlardaki Kuran merkezli düşünce tabiri sözü ve kullanıcıları insanlarda bir rahatsızlık meydana getirmeye başladı. Bunlardan rahatsız olanlar kuşku duyanlar tamamen haksız da değillerdir. Bugün kuran merkezli sözlerini çok kullananlara baktığınızda; sizin inandığınız tevhit inancına öyle bir uydurma yaklaşım sergiliyor ki şaşırmamak mümkün değil. Kendi kendinize hiç düşünmediğiniz akletmediğiniz bir yaklaşımla size belden aşağı vuruyor. Sizi allak bullak etmeye çalışıyor. HZ Peygamberi, tanınmış kabul görmüş büyük alimleri hatta sahabeyi bir çırpıda silerken sonuçta kuran anlayışı diye, yine kendi nefsini ortaya koyuyor. İnsanları mevcut inançlarından koparırken, Kuran merkezli düşünceye götürüyoruz iddiasında bulunanların kendi düşüncesini kuran ın merkezine koyduğunu görüyorsunuz. Yani kurana gidiyorum derken, Hz peygamberi görmezden gelip kendi egosu içinde debelenenleri kendi nefsanî anlayışını kuranla örtüştürdüğünü, burada ben de varım dediğini görüyorsunuz. Bunların dışında "Kur'an Müslümanlığı", "Kur'an'a yöneliş hareketi", "Kur'an bize yeter" söylemleri, "Selef Müslümanlığı", "Ehl-i Hadis Müslümanlığı" ve "Mezhepsizlik" gibi islamdaki bazı kavramların birbirinden ayrıştırılmaya çalışıldığı bariz bir gerçektir. Tarih boyunca islama hizmet etmiş islamı dünyaya yaymış anlayışın son üç yüz yıllık temsilcileri hizmet anlayışının özünden kopmuş ve şekilcilik içinde çıkış yolu bulamamaları bahane edilerek bütün saldırılar anlayışın kendisine yöneltilmiştir. Burada doğru niyet aramak mümkün değildir. Ya gafletten kaynaklanan bir şey var ya da nefsin bir oyunu. Sanırım bu ikisi de etkili görünmektedir. Konulara çağdaş düşünce ekseninde yaklaşan bu gruplar İslam dünyasındaki geri kalmayı da, bir zamanlar islamı dünyanın önderi yapan anlayışa yıkmak istemektedirler. Bunun arkasından insanların kime güveneceği sorusu geliyor. O zaman asla şu unutulmamalı. Hz peygamber kuran merkezinin dışında değildi. O merkezin tam ortasındaydı. Kuran merkezli demek Peygamber anlayışı demektir. HZ Peygamberin olmadığı bir yerde KURAN merkezi de yoktur. Peygamberin olduğu yerde de sahabe vardı. Bunların üçü de birbirinin tezadı değildir. Bazıları da HZ peygambere de tamam diyorlar ama O’na da kendilerince bir sınır getiriyorlar. Sahih söylemlerini bulandırmaya, yok etmeye ortadan kaldırmaya yönelik ne söylenmesi gerekirse onu söylüyorlar. Yani bir şekilde HZ Peygamber sünneti ve sözleri dışında, Kuran’ı istedikleri gibi tevil ederek bir inanç ortaya koymaya calışıyorlar.

Bu yanlış inançlara müptela olup toplumların bölük pörçük hale getirilmesine katkı sağlayanlara, nefsani arzularından dolayı ayrımcılık çıkartanlara Cenabı Allah şunu demiyor mu?
- Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır, sonra (Allah) onlara yaptıklarını haber verecektir. 6/159

- Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve (Allah'a) ortak koşanlardan olmayın 30/31

- (O ortak koşanlardan olmayın ki onlar), dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Her hizip (parti) kendi yanındakiyle sevin(ip övün) mektedir. 30/32

- Kâfirlere boyun eğme ve bununla (bu Kûran ile) onlara karşı büyük cihad et 25/52
İslamda fitne hareketleri malesef ki tek boyutlu değildir. Her yerde her cephede farkında olarak yada olmayarak bunu yapanlar mevcuttur

Talha
Admin

Mesaj Sayısı : 22
Kayıt tarihi : 09/11/09

http://talha95.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz